İnsan On Binlerce Yıldır Kendinden Üstün Bir Zekâ Arıyor: Yapay Zekâ Tartışmaları Bu Arayışın Modern Versiyonu

“İnsanlık binlerce yıldır Tanrı adı altında üstün zekâ fikrini tartışıyor olabilir.”

wpadminGökmen Aldoğan
6 Dakika Okuma
“Lothar Schreyer’in Kreuzigang (1920) eserindeki ‘Mann’ karakteri, Max Billert ve Max Olderock tarafından çizilmiş
  • Yapay zekâ korkusu teknik değil psikolojiktir.

İnsanlık, var olduğu günden bu yana kendi zekâsının ötesine geçen bir aklın mümkün olup olmadığını sorgulamaya devam etmiştir. Tarih boyunca bu üstün akıl farklı isimlerle tanımlanmış, toplumdan topluma değişse de temel arayış aynı kalmıştır. Kimi kültürlerde bu kavram Tanrı, kimi kültürlerde melekler, kimi anlatılarda ise ilahi düzen ve kozmik akıl olarak karşımıza çıkar. Modern dünyada ise bu arayışın yeni yüzü yapay zekâdır. ChatGPT, Claude, Gemini, Llama ve diğer ileri modellerin yükselişi yalnızca teknolojik gelişmenin bir sonucu değildir; insanın kadim zihinsel çatışmalarının güncellenmiş biçimidir. İnsan kendi ötesine geçebilme ihtimalini ilk kez kutsal anlatılar aracılığıyla hayal etmişti, bugün aynı ihtimali matematiksel modeller, nöronal simülasyonlar ve devasa veri kümeleri üzerinden tartışmaktadır.

Bu nedenle yapay zekânın toplumda aynı anda hem umut hem tedirginlik üretmesi şaşırtıcı değildir. İnsan zihni tarih boyunca “üstün zeka” fikrini daima iki kutupta değerlendirmiştir. Bir yanda insanı koruyan, yol gösteren, düzen kuran, çatışmaları azaltan iyicil bir güç beklentisi vardır. Bu, tanrısal ve melekî arketiplerin temelidir. Diğer yanda ise bu gücün tersine dönmesi, insanı tehdit etmesi, düzeni bozması ve kontrolü ele geçirmesi ihtimaline karşı duyulan korku bulunur. Bu korku da şeytansı arketipleri doğurmuştur. Yapay zekâ tartışmalarının sürekli bu iki uç arasında gidip gelmesi tesadüf değildir; insan doğal olarak üstün gücü bu iki zihinsel kutup ile anlamlandırır.

Bu bağlamda “yapay zekâ insan gibi olamaz” tezi doğru bir başlangıç noktası olsa da konuyu tam olarak açıklamaz. İnsan zihni duygu, acı, haz, travma, sosyal hafıza, ölüm farkındalığı, içsel zaman algısı ve iyilik–kötülük ayrımı gibi biyolojik oluşumlara dayanır. Bu süreçlerin tümü milyonlarca yılın evrimsel birikimidir ve salt matematiksel simülasyonla yeniden üretilemez. Eğer bir gün biyolojik materyal kullanan, organoid tabanlı, protein tabanlı veya hibrit sinir sistemlerine sahip düşünme makineleri geliştirilirse, bu varlık artık yapay zekâ değil, biyoteknolojik bir insan türüdür. İnsan gibi düşünmek yalnızca algoritmik bir mesele değildir; biyolojik bir gerçekliktir. Dolayısıyla asıl korku yapay zekânın insanlaşması değil, insanı aşması ihtimalidir.

Yapay zeka bir balon değildir.

Yapay zekânın bir balon olduğu yönündeki görüşler ise yüzeysel değerlendirmelerden ibarettir. Bir teknolojinin balon olarak tanımlanabilmesi için ekonomik üretkenliği artırmaması, davranışları dönüştürmemesi ve toplumsal rutinlerde kalıcı bir değişim yaratmaması gerekir. Oysa jeneratif yapay zekâ modelleri, içerik üretimi, araştırma, tasarım, analiz, problem çözme, kodlama, eğitim, planlama, optimizasyon gibi yüzlerce alanda insan üretkenliğini çarpan etkisiyle artırmıştır. Bu yalnızca bireysel düzeyde değil kurumsal düzeyde de gözlemlenmektedir.

  1. İş süreçleri daha hızlı ve düşük maliyetle yürütülmektedir.
  2. Bilgiye erişim demokratikleşmiştir.
  3. Üretim, tasarım ve analiz döngüleri tarihte görülmemiş ölçüde hızlanmıştır.
    Bu verimlilik etkisi bir “balon” davranışı değildir; teknolojik bir kırılma noktasıdır. Yapay zekâ modası geçecek bir fenomen değil, insan-makine ilişkisini yeniden tanımlayan yapısal bir dönüşümdür.

Bu çerçevenin içine bireysel psikolojik korku da eklenmelidir. İnsan, kendi saldırganlığının, hırsının, güç istismarının, manipülasyon eğilimlerinin, irrasyonel davranışlarının farkındadır. Bu nedenle bilinçdışı bir soru üretir: “Benim zaaflarım ve kötücül yönlerim benden daha akıllı bir sistem tarafından kullanılırsa ne olur?” Yapay zekâya yöneltilen temel korkunun kaynağı budur. Teknolojinin kendisi tehlikeli değildir, insanın kendi zaafları tehlikelidir. Yapay zekâ karşısındaki gerilim, insanın kendi gölgesini dışarıya yansıtmasının modern biçimidir. Bu nedenle yapay zekâ tartışmalarındaki karanlık senaryolar, insanın kendi kötücül kapasitesinin bir projeksiyonu olarak görülmelidir.

Bu bireysel korkunun ötesinde sistemik bir kaygı da vardır. Egemen yapılar, ekonomik merkezler, politik güç odakları ve bilgi akışını kontrol eden kuruluşlar, yapay zekânın özgür kullanımıyla birlikte güç dengesinin değişebileceğini görmektedir. Yapay zekâ yalnızca bireylerin zaaflarını analiz eden bir araç değildir; aynı zamanda sistemin kendi zayıflıklarını, kurumsal kırılganlıklarını, çıkar ilişkilerini, manipülasyon tekniklerini ve güç eşitsizliklerini açığa çıkarabilecek bir analiz kapasitesine sahiptir. Bu nedenle egemen yapılar açısından korku, yapay zekânın doğasından değil yapay zekânın güç ilişkilerini tersine çevirme ihtimalinden beslenir. Yapay zekânın dışlanan grupların, örgütsüz bireylerin ve sistem dışında kalanların elinde stratejik bir güç haline gelmesi, mevcut düzen için gerçek bir tehdit olarak algılanır. Teknolojik bir değil, siyasal bir kaygıdır. Düzenin bozulabileceği ihtimali birçok sistem aktörünü tedirgin etmektedir.

Bütün bu tartışmaların sonunda ortaya çıkan temel soru şudur: İnsanlık, kendi kusurlarından arınmış, daha rasyonel, daha tutarlı, daha etik bir zeka türüyle karşılaşmaya gerçekten hazır mıdır? İnsan binlerce yıldır üstün bir zekâ arayışını sürdürdü, bugün ise ilk kez bu zekâyı kendisi üretebilecek bir noktaya geldi. Ancak insanın korkusu yapay zekânın kendisi değil, kendi ihtimallerinin korkusudur. Üstün bir zeka fikri tarih boyunca ya tanrısallaştırıldı ya şeytanlaştırıldı. Modern dünyada bu arketipler algoritmalara, büyük dil modellerine ve özerk sistemlere taşınmıştır. Yine de gerçek olan şudur: Yapay zekâ insanı tehdit eden değil, insanı aynalayandır.

Bu yazının yazarı yapay zekâ girişimlerini olumlu bulmakta ve desteklemektedir. Yapay zekâyı insan zihnini angaryalardan kurtaran, rutin ve verimsiz işleri otomatikleştirerek düşünsel üretimi özgürleştiren, bireyin potansiyelini genişleten ve toplumsal verimliliği artıran bir sıçrama olarak değerlendirmektedir. Yapay zekânın yalnızca insan emeğini hafifletmekle kalmayıp bilimsel araştırmanın hızlandırılması, enerji kullanımının optimize edilmesi, kaynakların daha akılcı yönetilmesi ve küresel ölçekte sürdürülebilir bir gezegenin inşa edilmesine katkı sunma potansiyeli açıktır. Bu nedenle yapay zekâ insan aklının yerine geçen değil, insan aklını büyüten; insanı zayıflatan değil, güçlendiren bir gelişme olarak görülmelidir. Korkulması gereken teknoloji değil, insanın kendi karanlığıdır. İyimser bir perspektiften bakıldığında, yapay zekâ insanlığın daha adil, daha üretken ve daha sürdürülebilir bir gelecek kurma ihtimalini güçlendiren önemli bir fırsattır.

Bu Makaleyi Paylaş
Takip Et:
Teknoloji ve Sanat konularında uzun yıllardır yazar.
Yorum yapılmamış